ANNE, ARTIK BABAMI PİŞİRİP YİYEBİLİR MİYİZ?
“ANNE, ARTIK BABAMI PİŞİRİP YİYEBİLİR MİYİZ?”
Son raporlar yakın bir gelecekte tüm dünyada aşırı kilolu ve obez erişkin sayısının yaklaşık 1.9 milyar kişiye ulaşacağını gösteriyor. Buna karşılık her dokuz kişiden biri de açlık içerisinde yaşıyor. Günümüzün aynı ögeye dayanan bu acımasız çelişkili durumu pek çok sosyal ve sağlık sorununu birlikte ortaya çıkarmaktadır. Bir tarafta açlık nedeni ile iyi beslenemeyen ve bunun getirdiği sağlık sorunları ve bunlara bağlı gelişim problemleri ile mücadele etmeye çalışan aç insanlar varken diğer tarafta aşırı beslenen ve bu aşırı beslenmenin oluşturduğu sağlık problemlerine çözüm arayan insanlar bulunmaktadır. Savaşlar, zorunlu göçler açlık ve sefalet içinde en temel ihtiyaçlardan yoksun halde yaşayan özellikle çocuk ve kadınlar olmak üzere aç insan sayısını hızla artırırken, kapitalizm kendine köle haline getirdiği insanları sunduğu sağlıksız besinlerle kontrolsüz beslenmeye zorlamakta ve obezite sorunu ile boğuşan milyonlarca insan yaratmaktadır. Diğer taraftan korkunç bir sanayi olan ilaç sektörü her iki taraftaki insan grubu ile de giderek sermayesini katlar hale gelmektedir. Her gün allanıp pullanıp piyasaya sunulan paketlenmiş gıda ürünleri insan sağlığını aşikar bir biçimde kötü etkilemeye devam etmekte ve kaçınılmaz sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Sunumun yarattığı albeni ve çekicilik; reklamlar, bu konuda açık veya gizli desteklerle rol alan bilim adamları, organizasyonlar ile kişilerin karar verme süreçleri negatif etkilenmekte ve gerçek saklanarak ya da bireyler yanıltılarak bu tür besinlerin sınırsız bir şekilde tüketilmesinde önemli rol oynanmaktadır.
Ne acıdır ki toplumumuz yukarıda bahsedilen her iki ucu da giderek çok net yaşamak durumunda kalmaktadır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, her türlü eşitsizlik, farklı sosyal sorunlar yanında sağlıklı ve yeterli gıdaya erişmeye engel olurken diğer yandan varlıklı, ekonomik olarak yeterli ancak kötü eğitilmiş ve güdülenmiş bir grup insanımız da aşırı beslenmektedir. Burada sosyal araçlar vasıtası ile kötü beslenmeye yönlendirme, inandırma ve bazen zorlama yöntemleri büyük bir kesimi obeziteye doğru itmektedir. Toplum olarak sokakta bir şeyler yemenin ayıp olduğu, parası olmayan ve bu gıdaları alamayacak olanların imrenebileceği, üzülebileceği ince düşüncesinden, yediklerini kontrol etmekten uzak tabağındakini bitirmeyip ziyan eden, yarım bırakan israf toplumu haline dönüştürüldük. Bunda medyanın, fikri olarak az gelişmişliğin ve buna karşılık çoğu zaman haksız, kolay ve emeksiz para kazanmanın rol oynadığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Çocukluğumuzda geçirdiğimiz yokluk günleri bizleri daima tasarruflu olmaya yönelttiği kadar gıda konusunda da israftan kaçınma duygumuzu geliştirmiştir. Hayatımın hiçbir döneminde tabağıma yiyebileceğimden çok yemek koydurmadığım gibi konulan yemeğin tamamını mutlaka bitirmişimdir. Bunu yaparken daima açlık içinde yaşayan insanlar olduğunu ve özellikle et ürünleri yerken bir canlının bana besin olmak için canını verdiğini ve onu israf etmeye hakkım olmadığını düşünmüşümdür.
Otuz beş yıla yaklaşan hekimlik hayatımda pek çok ebeveyn ile birlikte çalışma şansım oldu. Ancak son yıllarda giderek ebevenylerin yoğun bir şekilde endüstriyel ürünlerle çocuklarını aşırı beslemeye yöneldiklerini görüyorum. Bunun altında yatan ise iletişim teknolojisi, firmalar, reklamlar ve topyekün kapitalizmdir. Çocuklar gereğinden fazla beslenirken daha çok paketli ürünlerle kolay beslenme yolu seçilmektedir. DOĞAL ve YETERLİ beslenme için elimden geldiğince mücadele etmeye ve aileleri bu yönde eğitmeye çalışıyorum. Aşırı beslenmenin çocuğu bir anda büyütmeyeceği apaçık olmasına karşılık, çocukların birer ürün olarak görüldüğü çağımızda ürünün iyi hatta en iyi kalitede olması için AŞIRI BESLENME ve AŞIRI-GEREKSİZ eğitim hırsı ailelerin akılcı uygulamalarının önüne geçmektedir. Dengeli, yeterli ve yaşa uygun beslenme ile çocuğun bütün ihtiyaçlarının karşılanacağı muhakkaktır. Neredeyse yürümeye başlamadan eğitime başlatılacak hale gelen çocuklar erken dönemde kullanmayacakları ve gereğinde fazla bilgi ile donatılmaya çalışılmaktadırlar. Bilgiye sahip ancak muhakeme, inceleme, karşılaştırma ve karar verme yetenekleri gelişmemiş olan çocuklar bocalama devresine girmektedirler. Halbuki bilgiden önce, kişisel hırslardan arındırılmış, başkalarının hakkına saygı duyan, barış içinde yaşama arzusu taşıyan çocuklar yetiştirilmesi ve sağlıklı beslenmeleri hedeflenmelidir. Bu nedenle önce SAĞLIKLI İNSAN yetiştirilmesi hedeflenmelidir. Merhamet duygusundan uzak, paylaşım bilmeyen materyalist ve egosentrik insanların ülkemize ve insanlığa faydalı olmaları beklenemez. Açlık, savaşlar, göçler insan olma onurunun mutlaka akılda tutulması gerekliliğini vurgulamaktadır.
Yazının başlığında yer alan cümle dört yaşında bir çocuk tarafından söylenmiş olup gerçek açlığın, savaşın kötülüğünün en açık öyküsüdür ve olay 1992-1995 yılları arasında Sırpların Saraybosna’yı kuşatması sırasında yaşanmıştır. Kuşatmanın getirdiği açlık, yokluk ve soğuk çocukları en çok etkilemiştir ve binlerce kişi sağlıklı ve yeterli gıdaya günlerce ulaşamamıştır. İşte bu günlerde küçük Mirza’nın babasının cephede öldüğü haberi eve ulaşır. Herkes açlık içerisindedir. Küçük Mirza’nın dudaklarından şu cümle dökülülür. “Anne artık babamı pişirip yiyebilir miyiz?”
Sağlıklı, yeterli ve dengeli beslenmiş, başkalarının haklarına saygılı, iyi vatandaş olan, barış içinde yaşamayı hedefleyen, iyiliksever, merhametli bireyler yetiştirmeniz dileğiyle…
Prof. Dr. Vedat Köseoğlu
Okunma Sayısı : 2885